JULİE AĞLIYOR/ ÜÇ RENK: MAVİ

                                                    

                                           

       



Kim yok edebilir yok edebileni? 

Kim öldürebilir ölümü?   


                                                               



Julie'nin, insanın, Heidegger'in deyimiyle dasein'in ölüm/kaygı ile mücadelesini sunuyor Üç Renk: Mavi. 


    Ünlü bir müzisyen olan eşi ve beş yaşındaki kızını kendisinin de olduğu trafik kazasında kaybettikten sonra Julie, bilinmez olmak, görünmez olmak, kaybolmak isterken buluyor kendini. Öyle ki her şeyi, sahip olduğu her şeyi ardında, zamanı durdurmak istediği yerlerde bırakarak bilindikliğinden uzaklara doğru yol alıyor. Sevdiklerinin ölümü'nün fizikselliği, Julie'nin ruhunu tahrip ettikten sonra ölümden kaçıyor; ne mal ne mülk, ne hatıralar ne arkadaşlık,  ne aşk ne de bir bağ istiyor. 

Hayat ile ölümü birbirinden ayıran da kim? Ölümü zihninin gerilerine iten; kaybetmeyi, bitmeyi, yok olmayı...

İnsanın ta kendisi. 

Ölümü bilen tek varlıkken insan, nasıl da güzel sesini kısabiliyor kaygısının.


    Julie, bir süreliğine kısamıyor ölümün sesini, kısmak istedikçe yükseliyor ses, bilinçli olarak farkında yaşıyor ölümün, derinlerden çıkagelen kaygı ile sadece nefes alıp vermeye devam ediyor. Bağ kurmamayı çünkü bir daha kaybetmemeyi seçmek istiyor. Bir daha sevmek istemiyor, üzülmek, ağlamak, korkmak, kaygılanmak istemiyor. Julie, çok ontolojik bir şeyin ontik yansımalarını deneyimliyor, muhteşem bir çaba sarf ediyor ama dasein buna izin vermiyor.

Eğer ölseydi yeryüzündeki son yalnız insan, kim diyecekti öldü son yalnız insan?


    Julie tam da kaçarken yakalanıyor kaçtıklarına. Azmettikleri ile akıştakiler birbirine karışıyor. Julie, bağ kurmamak adına azmederken ilişkiselliğin muhtemel akışına kapılıyor. Boğuşsa da ölüm ile, ölmek ile, kaybetmek ve kaybedilmek ile, kendisine uzanan bir elin tekinsizliğinde kaygıları ile birlikte yüzmeye cesaret edebiliyor yeniden. 

Yeniden ağlıyor insan, her şeye rağmen...